Ben
de aynı istasyonda inecektim; bu yüzden arkasında duruyordum. Merdivenlerden
çıkıp caddeye ulaştığımızda, Bedford Meydanı'na doğru yürümeye başladı. Hala
hayali sohbetine devam ediyordu ve karşısındakini-her kimse- suçlayıp
duruyordu. Çok merak ettim ve benim de gittiği yönde yürüdüğü sürece izlemeye
karar verdim. Hayali sohbetine kendisini fazlasıyla kaptırmış olmasına rağmen,
nereye gittiğini biliyor gibiydi. Çok geçmeden,1930'lardan kalma senato
Binası'nın önüne geldik; yani üniversitenin merkez yönetim ve kütüphane
binasına. Çok şaşırmıştım. Aynı yere gidiyor olabilir miydik? Evet, kesinlikle
oraya gidiyordu. Acaba öğretmen, öğrenci ofis elemanı ya da kütüphaneci filan
mıydı? Belki de bir psikoloji araştırması üzerinde çalışıyordu? Cevabı bilmem
mümkün değildi. Yirmi adım arkasından yürüyordum ve ben binaya girdiğimde,
asansörlerden birinde gözden kaybolmuştu bile. Az önce tanık olduğum şey
karşısında çok şaşırmıştım. Yirmi beş yaşında yetişkin bir birinci sınıf
öğrencisi olarak, kendimi entelektüel biri olarak görüyordum ve insan
varlığıyla ilgili tüm ikilemlerin cevaplarının zeka sayesinde, diğer bir
deyişle, düşünerek buluna bilineceğine inanıyordum. Ama farkındalık olmadan
düşünmenin insan varlığının en önemli ikilemi olduğunu henüz bilmiyordum.
Profesörlere,
bütün cevapları bilen bilgeler, üniversite ise bilgi tapınağı gözüyle
bakıyordum. Böylesine deli bir kişilik nasıl olurda bunun bir parçası
olabilirdi ki? Kütüphaneye girmeden önce erkekler tuvaletine uğradığımda, hala
onu düşünüyordum. Ellerimi yıkarken kendi kendime şöyle dedim; Umarım sonum
onun gibi olmaz. Yanımda duran adam bana bir bakış attı ve o sözleri sadece düşünmediğimi,
sesli olarak söylediğimi anladığımda afalladım. "Aman Tanrım, zaten onun
gibiyim", diye düşündüm. Benim zihnim de kadınınki kadar kendi
düşüncelerine dalmış değil miydi? Aramızda çok az fark vardı aslında. Onun
düşünce sisteminin altında yatan temel duygu, öfke gibi görünüyordu. Benim
durumumda ise daha ziyade endişeydi yüksek sesle düşünüyordu. Ben ise
-çoğunlukla-zihnimden düşünüyordum. Eğer o deliyse, herkes deli demekti; ben
dahil. Farklılıklar sadece derecelerdeydi. Bir an için, kendi zihnimden bir
adım geri çekildim ve zihnime olduğu gibi, daha derin bir perspektiften baktım.
O anda, düşünceden farkındalığa kısa bir geçiş yaptığımı hissettim. Hala
erkekler tuvaletindeydim ama tek başımaydım ve aynada kendi yüzüme bakıyordum.
Zihnimden
ayrıldığım o anda, yüksek sesle güldüm. Delice görünebilirdi ama aslında aklın
gülüşüydü; Buda'nınki gibi dolu dolu bir gülüş. "Hayat zihnimin sandığı
kadar ciddi bir şey değil" Sanki kahkaha bana böyle diyor gibiydi. Ama bu
sadece anlık bir olaydı ve unutmam uzun sürmedi. Sonraki üç yılı endişeler ve
depresyonla geçirecek, kendimi sadece zihnimle tanımlayacaktım. Farkındalık
dönmeden önce, neredeyse intihar etmek üzereydim ve bu kez anlık bir şey
değildi. Takıntılı düşüncelerden ve kendi yarattığım sahte "BEN “den
kurtulmuştum.
ECKHART TOLLE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder