Günün Sözü

"Sen ey tanrılar alevi ey eliziyum kızı Biz mabedine gideriz mest olmuş halde senin Adetin ayırdığı şeyler hep sihrinde gizlenir Daima kardeş olur insanlar gölgende senin Medeniyet insanlığa güneş gibi nur saçar Bilgimizin ışıkları karanlıkta yol açar Bu yol bizi mutluluğun kucağına götürür Neş’e ile bağlı dostluk insanlığı yürütür Kardeş olun ey insanlar bunu ister tanrımız Bu dünyada her şey geçer en son sana dost kalır İnsanlığa doğruluğa göğsünü aç korkmadan Hür doğmuştur insanoğlu hür yaşamak hakkıdır"

31 Temmuz 2016 Pazar

Aura Türleri


#Parcupine : Kirpi, alarm durumundaki aura
#Withdrawel: Çekilen, Zihinsel enerjisi çekilen, sürekli bir şeyi düşünen aura
#Beside Himself: Kendi yanında, güvensiz aura
#Verbal Denial : Sözel red, her şeyi inkar eden aura
#Oral Sucking: Acemi Ağız, sadece konuşma diliyle enerji çeken aura
#Hook: Kanca, Zihinsel olarak başkası tarafından kancalanmış aura
#Mental Grasp : Zihinsel kavrama, Karşı tarafın zihnini okuyan aura
#Tontacies: Düşüncelerini ve enerjisini saçan aura
#Silent Obvious Brooding : Sessiz ve karar kara düşünen aura
Verbal #Arrows: Sözel saldırıya uğrayan aura
#Combination: Başka aura ile bağlantıya geçen aura
#Hysteria : Histeri, sinir bozukluğu yaşayan aura
#Boundary Containment : Sınır tutan aura
#Power - Will Display : Güç Topu Ekranı, güç gösteren aura

Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir!



Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Hiçbir hissediş, düşünüş, bakış, algılayış, seziş de öyle. Hatta bunların tersi de tesadüf değil. Alışveriş yaptığımız market, yemek yediğimiz lokanta, su içtiğimiz çeşme, yürüdüğümüz kaldırım ve orada yanlarından birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar. Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, yolu sorduğumuz herhangi biri, hafifçe çarptığımız insan.
Bize gülümseyen küçük bir çocuk önümüzden aniden uçuveren kuş…Gün boyu yaşadığımız en basit olay bile herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal yada duygusal bir olayın tetikleyicisi olur. Küçük ya da büyük…
Bazen hiç hesapta olmayan durumların içine çekiliveririz. Hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi. Bir martı çığlığı,bir satıcı bağırışı, alır götürür bizi yıllarca ya da yollarca uzaklara… Hem öğretmen hem de öğrenciyizdir her ilişkinin içinde. Doğduğumuz aile, gittiğimiz okullar, sıra arkadaşımız, sevgilimiz , eşimiz, çocuğumuz vs.
Her ilişki, farklı bir yönümüzün aynasıdır. Ve bizler de onlar için birer aynayız.
Farkındalığımız yükseldikçe, durumları ve ilişkileri yaşarken, kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız. Ve eğer yaşadıklarımıza yüksek idrakle bakabilmeyi başarırsak, o ilişki ya da durumu ne için yaşadığımızı kavrarız. Düğmelerimize en fazla basan insanlar, en iyi öğretmenlerimizdir. O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz. Eğer bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur, ya daha ağır durumlar yaşar ya da daha travmatik durumları (o dersi alıncaya, eksik yönümüzü tamamlayıncaya, kendimizi düzeltinceye kadar) tekrar takrar yaşamaya devam ederiz.
Bazen bazı insanların hayatına yalnızca katalizör olarak gireriz. Onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz. Ve yüksek farkındalık içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden, arkamıza bakmadan yolumuza devam ederiz.
Özet olarak, en büyük düşmanımız en iyi dostumuzdur aslında. Çünkü bizde en büyük değişime neden olur genellikle. Ve her karşılaşma kutsaldır. Karşımızdaki insanın tanrısallığını kabul edip o şekilde yaklaşırsak, nefreti, öfkeyi, suçluluk duygusunu, o insana karşı sorumlu olduğumuz ve o ilişkiye mahkum olduğumuz duygusunu ve kini söküp atarız varlığımızdan.
Yaşadığımız her durum, tanıştığımız her insan öğretmenimizdir. Ne kadar kısa sürede öğrenirsek öğrenmemiz gerekenleri, karmamızı çözüp, iç huzuruna,mutluluğa,ideal ilişkimize ve ruhsal bütünlüğe ulaşırız…

Kaynak: Academy of Spiritual Life

14 Temmuz 2016 Perşembe

Şakraların endokrin sisteminde çeşitli organlar ile ilişkisi

Şakraların endokrin sisteminde çeşitli organlar ile ilişkisi

çakralar - şakralar - chakralar
İnsan bedeninde hızla dönen tekerleklere benzeyen enerji merkezleri vardır, bunlar yedi ana çakra'dan, oluşan enerji merkezleridir. Çakraların uyum içinde çalışması ve dengeli hale gelmesi, yaradılış içindeki amacımızı anlamayı sağlar. "Çakralar", yada "Şakralar" bedene canlılık verir, insan tabiatının hem fiziksel, hem de zihinsel yönlerinin birbirleri ile iletişiminde odak noktasıdır. Yedi temel şakra omuriliğin alt ucundan başlayıp, yukarı doğru sıralanır. Her şakranın belirli bir rengi, özel fonksiyonları vardır. Her biri şuurun bir yönünü yansıtır, klasik bir elementi ve diğer belirleyici özellikleri vardır.

Ruhaniyetten gelen bir enerjinin yavaş yavaş yoğunlaşarak, belirli şakra seviyelerini oluşturduğu ve nihayet en alttaki şakrada sonlandığı belirtilmiştir. Bu en alt kök şakra maddesel varoluşun metafizik tabanıdır. Bu şakra spiritüel enerjiyi çeker, enerjinin fiziksel varsayılmasına sebep olur. Bu bir elektrik akımındaki şeklin gelişmesi için gerekli potansiyeli sağlayan negativ bir kutup gibidir.

Şakranın içinde harekete geçirilmeyi bekleyen, büyük bir spiritüel potansiyel vardır. Bu potansiyel, kaynağa yükselmeyi beklemektedir. Şakralar üzerinden fiziksel bedenlere dönüştürülen titreşimler, duygu, düşünce ve his olarak algılanır. Kişinin kendi iç aleminde aldığı sonuç düzeyi, chakralarla temsil edilen alanların, ulaşılan bilinç derecelerine, tıkanıp tıkanmadığına bağlı olarak değişir. Kişi Evrensel bilince ne kadar açılmış ise, chakraları o kadar aktifleşmiş olur.

Şakralardaki tıkanıklıkları açmaya başladığımızda, kararlı bir etki-tepki dönüşümünü harekete geçirir, bilince giden evrensel İlahi yolu izlemeye başlarız. Taç şakradan (Tepe çakra) girerek, omurga üzerinden her bireysel şakraya akan güç - Saf varlığın, bütün’ün görülemeyen enerjisidir. Çakralar ayrıca, çevreden kendi frekanslarına uygun titreşimleride alırlar - bizi çevreyle, doğayla ve evrenle bağlantı haline sokarlar.

Şakralar, çevremize doğrudan enerji yayarlar, çevredeki enerji atmosferini etkiler, değiştirirler. Bilinç yada bilinçaltı mesajlarla, iyileştirici şifa titreşimleri de gönderebilen şakralar, insanları ve koşulları hem olumlu, hem de olumsuz yönde etkilerler.

Islam Sufizminde Lataife-e-Sitta (6 latifliğin) beş duyu ve beş duyu ötesi algılama ile ilgili oldukları söylenir. Bunların aktive edilmesi sonucunda, bir kişinin ruhsal gelişimi tamamlanır.

Şakraların pozisyonları ve fonksiyonları ile, endokrin sistemindeki çeşitili organlar birbirleri ile ilişkilidir. Her çakranın etki alanına giren hücre ve organlar, çakralardan aldığı enerjiler sayesinde, bedeni dengede tutar. Çakraların etki alanlarından, bir veya bir kaçında enerji dengesi zarar gördüğünde, bu bölgelerde ağrılar sızılar başlar, kişi "hasta oldum" der. Oysa enerji dengesi bozulmuş, o mükemmel makine çalışma ahengini kaybetmiştir.

Bedende hücreler kasılıp, gevşeyerek, bir ahenk içinde çalışır. Kasıldıkca, içerdeki madde küçülür, dıştaki enerji büyür, gevşedikce içerdeki madde büyür, dışardaki enerji küçülür. Bu ahenk, her hangi bir sebeple (fiziksel veya duygusal) bozulursa, o bölgede rahatsızlık duyulur. Çünkü, bölgenin enerji dengesi bozulmuştur. Hücrelerin içindeki madde ve dışındaki enerji, sürekli yer değiştirip, birbirlerini yaratmaktadır. Bu dönüşüm dengesi bozulduğunda, hastalıklar ortaya çıkar.

Düşüncelerimizin Çakra'larımıza etkileri

Düşüncelerimiz

1. Kök Çakra:

Kök çakra güven ve güvensizlik ile ilgili düşüncelerden etkilenir. Yaşamınıza ve yaşamınızdaki insanlara güvenle yaklaştığınızda, olumlu etkileşimler, kök çakranızın düzenli çalışmasına yardım eder. Güven sorunu ise, kök çakrayı bloke edecektir. Yaşamınızda bazı zorluklarla karşılaştığınızda, bu zorluklara bakış açınız da, kök çakrayı oldukça önemli ölçüde etkiler. Eğer zorluklara karşı esnek ve sorunları aşabileceğinize dair güçlü bir inançla bakıyorsanız, kök çakra bundan olumlu etkilenirken, ben bu sorunu aşamam, elimden bir şey gelmez inancınız, kök çakranızı bloke edecektir.

Kök çakranızın olumlu çalışmasına en büyük katkıyı sağlayacak düşüncelerden biri de, dünyayı eviniz gibi görmeniz ve evrensel kardeşlik duyguları taşımanızdır. Toprak ana kavramı buna en uygun tanımlardan biridir. Yaşamımızı devam ettireceğimiz besinlerin yetiştiği, tüm insanlığa hizmet eden ve ayrım yapmayan toprak, bir anne figürüne çok yakındır. Beslenmek ve barınmak insanın en temel ihtiyaçlarıdır, her ikisi de toprakla bağlantılıdır. Dünyanın hepimizin evi olduğu ve hepimizin bu evde birlikte yaşayan bir aile olduğu inancını yaşam felsefesinin bir parçası yapmış bir insanın, kök çakrası bundan oldukça olumlu etkilenecektir.

2. Sakral Çakra:

Zihinsel olarak kendinizi çeşitli kalıplarla sınırlamamanız ve önyargılardan arınmanız, sakral çakranızın çalışmasını olumlu etkileyecektir. Zihinsel olarak esnek düşünebilen, olaylara önyargısız yaklaşan insanların, sakral çakraları daha pozitif durumdadır. Sakral Çakranın cinsellikle ilgili olduğunu düşünürsek, cinsel olarak saplantılı düşüncelere ve duygulara sahip olma'manız, sakral çakranızın olumlu çalışmasına katkıda bulunacaktır. Eşinizle, aranızdaki cinsel ilişkinin tatmin ediciliği, nasıl sakral çakrayı olumlu etkiliyorsa, cinselliğe bakış açınızın dengeli olması da, sakral çakranızı olumlu etkileyecektir. Yaşamı doğal akışında algılamanız ve ilerlemekten, değişimden korkma'manız da sakral çakranın dengeli çalışması açısından önemlidir.

Önüne sürekli set çeken, yeni yaşam deneyimlerinden korkan, ne olursa olsun durumunu muhafaza etmeye çalışan insanların, sakral çakralarında çeşitli blokajlar ve sorunlar oluşabilir. Yaşamı geldiği gibi yaşamak, gelecekle ilgili endişelerden, ya da abartılı beklentilerden kaçınmak, sakral çakranın dengesi açısından önemlidir.

3. Solar Pleksus Çakra:

İrademizi ne şekilde kullandığımız, amaçlarımıza ulaşmaktaki yöntemlerimiz, solar pleksus çakrayı önemli ölçüde etkiler. İrademize hakim olama'mamız ve düşüncelerimizle eylemlerimizin farklı olması, bu çakranın düzgün çalışmasının önündeki önemli engellerden biridir. Ayrıca yaşam amaçlarımızı doğru tespit edememiş olmak, kendimize bir rota çizmeden günübirlik yaşıyor olmamız, solar pleksus çakrayı bloke eden bir diğer etkendir. Otoriteyle olan ilişkilerimizin dengesizliği, aşırı boyun eğen, ya da isyan eden yaklaşımlar, solar pleksus çakramızın çalışma düzenini olumsuz etkileyebilir.

Bir birey olarak değerli olduğumuzu bilmek, toplumsal yaşamın dışında kendimize ait bireysel kimliğimizi benimsemek, kendi değer yargılarımıza ve yaşam felsefemize uygun bir yaşam biçimi oluşturmak ve bunlara uymak, solar pleksus çakramızın dengeli çalışmasındaki en önemli öğeler olacaktır. Ayrıca sorumluluklarımızı ne ölçüde kabullendiğimiz ve zevkle yerine getirdiğimizde, bu çakramızı derinden etkiler. Sorumluluklarımızı yerine getiriyor bile olsak, eğer bunu isteksiz ve sevmeden yapıyorsak, solar pleksus çakrayı olumsuz etkileriz.

Önemli olan, varlığımızı sevgiyle devam ettirebilmemizdir. Sevgi ve duygusal tatmin yoksa, solar pleksus çakranın bloke olması kaçınılmazdır.

4. Kalp Çakrası:

Kalp çakrasını en fazla şey sevgi anlayışımız ve diğer insanlarla sevgi alışverişimizdir. Sevgi kavramına bakış açımız, ya da sevgiyi yaşama şeklimiz, "eğer" ya da "çünkü" türü bir anlayışsa, kalp çakramız önemli ölçüde bloke olacaktır. "Eğer benim dediklerimi yaparsan, seni severim", ya da "Seni seviyorum, çünkü bana karşı çok hoşgörülüsün" tarzı bir sevgi türü, kalp çakrasının çalışmasına bir katkıda bulunmadığı gibi, tam tersi bir etki yapacaktır. Ancak "rağmen" türü bir sevgi anlayışı, kalp çakrasına olumlu etki yapacaktır. "Seni çok sinirli olmana rağmen seviyorum", "Seni beni anlama'mana rağmen seviyorum" yaklaşımı, kalp çakrası için en doğru sevgi türüdür.

Evrensel olarak tüm insanların bir bütün olduğunu anlamak, evrensel sevgi kavramı içinde yaşamak, kalp çakrasının en önemli besinidir. Affetmek de, kalp çakrasının dengeli çalışması için oldukça önemli olan bir kavramdır. Affetmeyi bilmek ve gerçekten affedebilmek, insanın üzerindeki negatif enerji yükünü alan, hatta hücrelerini bile yenileyen duygudur. Başkalarını affetmek kadar, kendimizi de affetmek çok önemlidir. Geçmişteki hatalarımız, kendimizi yargıladığımız, bazen düşünmek istemediğimiz, ancak içimize bir yerlere gömdüğümüz suçluluk duygularını, sürekli içimizde taşımamız, hastalıklara yol açan en önemli etkenlerden biridir.

Kalp çakrasının bağışıklık sistemiyle ilgili olduğunu düşünürsek, kendimizi ve başkalarını sevgiyle affetmenin hastalıklara karşı direncimizi nasıl etkileyeceğini daha iyi anlayabiliriz. Bencillik duygularından arınmamız, kendimizi başka insanların yerine koyarak düşünebilmemiz, kalp çakramızı olumlu etkileyen bir diğer unsurdur. Beklentisiz sevgi hisleri, fedakârlık ve hoşgörülü olmak, kalp çakrasının dengeli çalışması için önemlidir. Ancak bu duyguları içten ve doğal yaşamak, hissetmek gereklidir. İnsanın kalbinden gelen sevgi, merhamet, ilgi, anlayış, affetmek duyguları nasıl kalp çakrasının çalışmasına olumlu etki yapıyorsa, kızgınlık, nefret, öfkeyi içinde saklama gibi duygular da, kalp çakrasının çalışmasını olumsuz etkiler.

5. Boğaz Çakrası:

Boğaz çakrasını en fazla etkileyen düşünce biçimi dürüstlüktür. Dürüstlük sadece doğru konuşma, yalan söylememe olarak algılanma'malıdır. Elbette yalan söylemekten kaçınmak, boğaz çakrasının dengeli çalışması için çok önemlidir. Ancak kişinin kendine karşı dürüst olması da en az başkalarına karşı dürüst olması kadar önemlidir. Gerçekten istediğimiz gibi bir hayat mı yaşıyoruz? Bundan sonra ne yapmak istiyoruz? Kendimizi gerçekten bağışladık mı? Gerçekten ona kızgın mıyız?
Bu ve bunun gibi birçok soruya, çoğu zaman cevaplar vermekten kaçınırız, ya da kendimizi kandırırız. Belki yaşam koşullarımız istediğimiz gibi olmayabilir, şu anda bunu değiştirmek için elimizden bir şeyin gelmeyeceğine inanabiliriz ama, bunu kabul etmek yerine, ben hayatımdan memnunum, ne yapalım, bu da fena değil demek, bize çok daha fazla zarar verecektir. Oysa ben bu durumdan memnun değilim, aslında şunları istiyorum ve bundan sonra bu durumu değiştirmek için yaşamımda elimden geldiğince değişimler yapacağım, şeklinde bir düşünce, boğaz çakramızın dengeli çalışması için önemli olacaktır.

Boğaz çakrasını olumsuz etkileyen bir diğer düşünce biçimi, gerçek düşüncelerimizi ve duygularımızı açıklamaktan kaçınmamızdır. Bu kendimize verdiğimiz özsaygımızla yakından ilişkilidir. Hayır demeyi bilmemek, kimseyi kırmamak için, herkese iyi davranmaya çalışmak, söylemek istediklerimizi içimize atmak, boğaz çakramızın çalışma düzenine zarar veren diğer tutumlardır. Özsaygımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi ifade etmek kararlılığı, sosyal iletişimlerimizdeki dengeyi gösterebilir.

6. Alın Çakrası:

İçimizden bazen bir ses gelir, "hayır yanılıyorsun doğru olan bu değil" der. Ancak biz bu sesi bir an için duyar, sonra aklımızın bize söylediğini yapmayı tercih ederiz. Bu ses ciddiye alınmadıkça, kısılır ve sonunda duyulamayacak kadar az çıkmaya başlar. Bu ses bizim yüksek benliğimizin sesidir, kendini ifade etme şekli de sezgilerdir. Yüksek benliğimiz bizimle sezgisel olarak konuşur ve oldukça kırılgandır. Onu dinlememek, ya da anlamaya çalışmadan, sadece mantığımıza güvenmek, bir süre sonra susmasına neden olacaktır.

Alın Çakramız, yüksek benliğimizle irtibatımızın sağlandığı ve sezgilerimizin kaynağının bulunduğu merkezdir. Bu çakranın düzgün ve dengeli çalışması, içimizden gelen bu sese kulak vermemiz, ona güvenmemizle mümkün olacaktır. Sezgilerimizi takip ettiğimiz, onlara değer verdiğimiz sürece, yüksek benliğimizin sesi daha çok çıkar ve artık onunla bağlantı kurup, istediğimiz cevabi almamız çok kolaylaşır. Zihinsel olarak esnek olmak, ve kalıpsal düşüncelerden kurtulmakta, alın çakramızın dengeli çalışmasına önemli ölçüde yardım edecektir. Sadece maddeye dayalı bir yaşam bicimi alın çakramızı bloke ederken, ruhsal olarak da bizi besleyecek ve geliştirecek faaliyetlerde bulunmamız, alın çakramızın olumlu çalışmasına katkıda bulunacaktır.

7. Tepe Çakrası:

Evrensel enerjiyi aldığımız yer olan, tepe çakrası, yaşamımızdaki dengelerle ilgilidir. Yaşamımız belli sınırlarla kapatmamız ve gerçek potansiyelimizin farkında olmamamız bu çakrada çeşitli sorunların çıkmasının nedenidir. Yaşama açık, canlı ve umudunu kaybetmeyen bir bilinçle, hayatımızı idame ettirmemiz, bize yepyeni pozitif enerjiler verecek, tepe çakramızın ve ona bağlı olarak diğer çakralarımızın da dengeli çalışmasına yardım edecektir.

Kendimizi evrenin merkezinde görmemiz, evrene kendi bakış açımızdan anlamlar yüklememiz, tepe çakramızın dengeli çalışmasına engel olacaktır. Bir Yaratıcı inancı, Yaradan'a teslimiyet düşüncesiyle, sorunlarımızı sıkıntılarımızı üzerimizde taşımamız yerine, Yaradan'a havale etmemiz, tepe çakramızın dengeli ve düzenli çalışmasını sağlayacaktır.

Umut kavramı tepe çakra için oldukça önemlidir. Her zaman umudunu içinde taşıyan ve canlı tutan insanların, tepe çakraları, çok daha sağlıklı çalışmaktadır. Artık her şey bitti, hiç umut yok şeklinde bir düşünce kalıbına sıkışan, bunu kalbiyle de onaylayan bir insanın tepe çakrası bloke olur. Bu blokaj tüm çakralara olumsuz yansıyarak, o kişinin evrensel yaşam enerjisi ile arasındaki bağları zayıflatır. Bu durum uzun bir süre devam ederse, kişi için artık gerçekten hiç umut kalmaz. Ölümcül hastalıkları yenen, ya da onlara yenilen insanların arasındaki en önemli fark budur. Biri umudunu asla kaybetmezken, diğeri kaybetmiş ve hastalığına yenilmiştir. Evreni bir bütün olarak görmek, kendimizin, bu bütünün değerli bir parçası olduğunu bilmek, tepe çakranın dengeli çalışması açısından önemli olacaktır.

Her birimiz evrende tekiz ve önemliyiz. Ancak evrendeki diğer tüm canlılar da bizim gibi tek ve çok önemli. Kendi değerimizin algılanmasını istiyorsak, önce başka canlıların değerini algılamak, onları takdir etmeliyiz. Yaşamda bir amaç sahibi olmamız, amacımızın sadece bizi, ya da ailemizi değil, tüm insanlığın faydasını içermesi de, bu çakranın çalışma şekli açısından önemlidir. Bencil ve diğer insanlar için zararlı olabilecek amaç, ya da eylemler, bu çakranın çalışma dengesine zarar verirken, evrensel sevgiye dayalı, herkesin iyiliği gözetilerek tasarlanmış amaçlar, ya da eylemler, tepe çakrasının çalışmasına olumlu etki yapacaktır.

Renklerin psikoloji ve metabolizma üzerindeki etkileri

Renklerin psikolojik ve metabolizma üzerinde etkileri
Ruhsal dalgalanmalar, çakralarda enerji dengesizliği oluştururlar. Bu durumda, belirli bir rengin fazlalığı, veya azlığı söz konusudur. Renkler kullanılarak, vücudun bozulan dengesi tekrar sağlanabilir. Renklerin çevrelerine yaydıkları titreşimler, vücudun elektromanyetik ışınımıyla, doğrudan bir etkileşim içindedirler. Bu titreşimler çakralar tarafından emildikten sonra, omurgalara iletilir. Omurgalara ulaşan titreşimler, sinirler yardımıyla, gerekli organlara ve dengesi bozulan sistemlere taşınarak, fiziksel rahatsızlıklara yol açabilecek, duygusal ve zihinsel şikayetler en aza indirilir.

Her rengin kendine özgü bazı tedavi edici özellikleri vardır. Her rengin belirli titreşimler yaydığı, bu titreşimlerin ruh hallerini ve duyguları, hatta bedensel zindeliği bile etkilediği bir gerçektir. Renkler, kendinizi iyi hissettirecek bir ortam sağlayabilir, size ilham verebilecek, gerekirse sizi sakinleştirebilecek bir duygu yaratabilir. Renkler uyarıcı oldukları kadar, bıkkınlık da verebilir, yaratıcı ve yıkıcı olabilirler. Bu nedenle her kişi kendine uygun renkleri keşfedip, o renkle iletişime geçmeli. Kendine yakışan, yüzünü aydınlatan renkleri giymeli, farkındalığını artırıp, kendini iyi hissettiren renkle, kendine terapi yapmalıdır. Kendi varlığını, ruh ve beden sağlığını olumlu etkilemesine yardımcı olmalıdır. Buradan hareketle uygulanan renklere bir göz atalım:

Kırmızı - Kök Çakra

Gül
Bu çakra cinsel enerjiyi, hayat enerjisini ve yaşama bağlılığı temsil eder. Cinsellik çakrası da denilen Kök çakrası, belkemiğinin alt kısmında yer alır, rengi kırmızıdır. Dünyasal maddi varlığı ve fiziksel yaşam fonksiyonlarını belirler. Temel hayat gücü'nün merkezidir. Bütün yaradılışın bilgisini taşıyan, ilk sekiz hücre burada yer alır ve sadece bu hücreler bütün yaşamımız boyunca değişmeden kalır. Bizim fiziki dünyada kök salmamızı sağlar. Bu şakra kuyruk sokumunda, omurganın alt ucunda yer alır. Dolaşım ve üreme sistemlerine bağlıdır. Böbreküstü bezleri, bedenin sıvılarının kimyasını kontrol eder. Bedende ilgili olduğu bölgeler; omurga, kemikler, dişler, tırnaklar, makat, düz ve kalın bağırsaklar, prostat bezi, kan ve hücre yapımıdır. Ayrıca, böbreküstü bezleri aracılığı ile bedenin ısı dengesinde rol oynar.

Canlandırıcı bir renk olan kırmızı, barındırdığı yoğun enerji sayesinde, fiziksel kapasiteyi uyandırıp, faaliyete sokar. Üşütmelerde, dolaşım bozukluklarında ve tükrük bezi rahatsızlıklarında tedavi amacı ile kullanılabilir. Dikkatli kullanılmadığında, intikam, kin, aşk ve seks duygularını da harekete geçirebilir. Aşırı doz uygulanması halinde, duygusal düzensizliklere ve depresyonlara sebep olabilir. Yüksek tansiyon, bu rengin yoğunlaştığının bir göstergesidir.

Yetersiz faaliyet gösteren kök chakra, kişide, fiziksel ve psikolojik olumsuzluklar yaratır. Kişi, tutku, hırs düzeyinde bir yönetme ve hükmetme dürtüsüne sahip olur. Sosyal alanda, ilişkilerde, ekonomik düzeyde aşırı tutumluluk, hep onaylanma bekleyişi ve hayata karşı sürekli temkinli yaklaşım davranışları, bu enerji merkezinin düzenli çalışmadığını gösterir. Fiziksel düzeyde ise, sürekli bir yorgunluk hali, dinlenememiş bir beden sonucunu gösterir. Bu tür durumda kişiler, tepkici, saldırgan, kaba davranış biçimlerine sahiptirler.

Kök chakranın zayıf faaliyet göstermesi durumunda, kullanılabilecek renk Kırmızı'dır. Bunun tersi - aşırı faaliyet durumunda, önce yeşil renk, ardından kısa bir süre ve etkisini azaltarak kırmızı rengin kullanımı faydalı olacaktır.

Kırmızı:
Uyanık ve tetikte olmayı teşvik eder, fiziksel aktiviteyi - kan basıncını artırır, solunumu hızlandırır ve adrenalin salgılar. Yatak odasında, aktif bir cinsel yaşamı teşvik edebilir.
Çağrışımları: Biliçaltı enerji, güç, kan, doğada taze meyve ve sağlıklı sebzeleri temsil eder. 
Taşı: Yakut.

Turuncu - Sakral Çakra

turuncu gül
Göbeğin hemen altında yer alır ve Cinsel ve yaratıcı enerjiyi kontrol eder. Bu şakranın blokajı, duygusal sorunlar ve cinsel suçluluk olarak açığa çıkar. Bu çakranın rengi turuncu'dur. Sakral chakra olarakta anılır. Fonksiyonel açıdan bağlantılı olduğu yerler; böbreküstü bezleri, dalak, safra kesesi, pankreas ve böbreklerle birlikte, üreme ve kas sistemi bu enerji merkezinin etkisi altındadır. Bedendeki ilgili olduğu bölgeler, leğen kuşağı kemikleri, üreme organları, böbrekler, mesane, kan, lenf, mide suyu ve sperm’dir. Dalak chakrası, vücuttaki zehirli maddelerin atılmasında ve sistemin arındırılmasındaki temel görevi üstlenmiştir.

Bu çakranın gereğinden fazla faaliyet göstermesi durumunda, kişide bencillik, yönetme ve hükmetme eğilimleri göze çarpar. Kendini beğenmişlik ve aşırı gurur da aşırı faaliyet sonucudur. Dalak çakrasının aşırı faaliyetinde kullanılması gereken renk “mavi ve hemen ardından turuncudur”. Yetersiz faaliyet görülen durumlarda, içe kapanıklık, duyguların açıkca ifade edilememesi ve davranışlarını çevre ve toplum isteklerine göre ayarlama gibi haller görülür. Böylesi bir durumda ise, kullanılması gereken renk “turuncu” dur.

Turuncu:
Sosyalleşme duygularını, neşeyi teşvik eder. Sindirim sistemi ve metabolizmaya destek olur, iştahı açar, yorgunluğu giderir. Aşırı kullanılmamak şartıyla, salonun özellikle fiskos köşelerinde uygulanabilir.
Çağrışımları: Portakal, ayçiçeği gün batımında güneşin kayboluşunun hissettirdiği duygusallıktır ve bunu çevreleyen bir ışıklandırma, turuçgiller.
Taşı: Kehribar.

Sarı - Solar Pleksus Çakrası

sarı gül
Güneş sinirağı, ya da Solar Pleksus çakrası, psişik etkilerin toplandığı bir merkezdir, rengi sarı'dır. Göbek bölgesi ile, göğüs kafesi arasında yer alır. Fiziksel ve eterik dünyayla bağları oluşturur. Duygusal enerjinin dışa akıtıldığı bir kapıdır. Enerji merkezi, mide, karaciğer, safra kesesi, böbrek üstü bezleri ve sindirim sistemi ile ilgilidir. Vücuda giren besinin hazmedilmesinde, yağ ve Protein metobolizmasında önemli rol oynar. Kan şekeri düzeyinde ve karbonhidratların metobolizmasında etkindir. Beynin sol tarafı ile bağlantılıdır. Felç çeşitleri, ülser, bağırsak sorunları ve psiko-somatik sorunlara bu çakra aracılığı ile müdahale edilir.
Bu çakranın doğru kullanımı ile başkalarının iç dünyasını ve duygularını anlayabilme yeteneği gelişir. Bazı enerjilerle dengelendiğinde, gizli yeteneklerin ortaya çıkışı, doğa ile bütünlük hissedilmesi sağlanır. Aşırı çalışması sonucu, davranış bozuklukları görülür. Karakter yapısı değişir, kişi, hiçbirşeyi beğenmez hale gelir. Her konuya eleştirel açıdan yaklaşır ve kafasında kurduklarını yanlış da olsa, inatla savunur. Düşündüklerini kolay kolay açığa vurmayan, içten pazarlıklı yapılanmalar oluşur. Aşırı faaliyetin tedavisi için, düşük miktarda sarı, eflatun ve mor kullanılır, yetersiz çalışması sonucu, kişi kendini toplumdan soyutlanmış, içine kapanmış olarak bulur. Yetersiz faaliyetin tedavisi için gerekli olan renk "sarı" dır. Bu rengin enerjisi, kişinin zihinsel faaliyetlerini her yönüyle harekete geçirir. Moral çöküntülerini ortadan kaldırdığı gibi, kişiye yeni bir yaşama gücü ve sevinci aşılar. Sarı rengin enrjisi ile, iyimserlik ve kendine güven duyguları artar. Sindirim, mide, bağırsak ve mesane rahatsızlıkları bu renk ile etkin şekilde tedavi edilebilir. Sarı renk ve altın sarısı tonları, hem hayati vücut fonksiyonları, hem de zihin üzerinde olumlu etkiler yaratır.

Sarı:
Güven duygusunu artırır, zihinsel faaliyetleri hızlandırır, olumluluk ve canlılık özellikleri vardır. Bilgelik ifadesi olarak kullanılır. Canlılık, parlaklık ve heyecan verir. Dikkat çekicidir, ancak solgun olan sarı renkler, hastalığı simgeler. Sindirim, mide rahatsızlıklarına, sinirsel bozukluklarına iyi gelir. Zihinsel bir iş yapıyorsanız, sarı renkleri kullanmak yararlı olabilir.
Çağrışımları: Güneş, sıcaklık.
Taşı: Altın, sarı elmas.

Yeşil - Kalp Çakrası

yeşil erik
Kalbi yöneten dördüncü çakra'nın rengi yeşil'dir ve Dünya üzerinde en çok bulunan renklerden biridir. Yaradan’ın İlahi Sevgisi buradan, insan gönlünden geçerek, dış dünyaya akar. Üç düşük fizik ve duygu merkezi ile, üç yüksek zihinsel ve ruhsal merkezleri birleştirir. Yani birleşme ve bütünlüğü oluşturur. Kalp çakrası, diğer chakralara aracılık eden ve dengeleyici olan bir niteliğe sahiptir. Bloke olduğu takdirde, bağışıklık sistemi veya kalp sorunları, şefkat eksikliği ortaya çıkar. Doğru renklerle etkilenmesi halinde, kişinin doğada gizli duran bir takım güçleri görmesini ve onlardan yararlanmasını sağlar. Ayrıca, sağlıklı çalışması sonucunda, diğer insanların huylarını ve duygularını doğru şekilde bilme yeteneği sağlar.

Kalp chakrası yoğun olarak timüs bezi ve bağışıklık sistemi üzerinde etkilidir. Akciğer faaliyetleri ile birlikte, dolaşım sistemi ve kalp dengesi de bu enerji merkezinin etkisindedir. Sindirim sistemi ile ilgili enerjilerin dağılımı ile de ilgilidir. Bu enerji merkezi, vücudun çocuk hastalıklarına karşı bağışıklık kazanmasını kolaylaştırır. Doku yenilenmesi işlemide, bu merkezin düzenli çalışmasına bağlıdır. İlgili olduğu beden bölgeleri, kalp, sırtın yukarısı, göğüs, göğüs boşluğu, ciğerlerin alt bölgesi, kan ve dolaşım sistemi ve deridir.

Kalp chakrasının gereğinden fazla faaliyet göstermesi durumunda, sebebsiz kızgınlık, kıskançlık, cimrilik, aşırı kendine güven ve başkalarının hakkını umursamama gibi haller oluşur. Pembe veya yumuşak kırmızı ile birlikte yeşil renk uygulanmalıdır. Yetersiz faaliyet durumlarında, kişi hiçbir zaman kendinden emin olamaz. Bu tip insanlar daima kendilerinden şüphe eder ve toplum tarafından sevilmediklerini zannederler. Böylesi bir durumda “yeşil” renk uygulanmalıdır.

Yeşil:
Sakinleştirici - dinlendirici bir özelliğe sahip. Bedenin ritmik düzenini korumakta etkili, uyumlu ve dengeleyicidir. Sinir sistemi üzerinde etkisi tabi ve doğaldır, yüksek tansiyonda, kalple ilgili problemlerde ve yorgunlukta yeşil renk kullanılır.
Çağrışımları: Filizlenme, doğurganlık, huzur, barış.
Taşı: Zümrüt. 

Mavi - Boğaz Çakrası

Mavi - Boğaz Çakrası
Beşinci çakra ise, sanatsal yaratıcılığı ve ilhamı tetikleyen Boğaz çakrasıdır. Bu çakranın rengi mavi ile ifade edilir. İlgili olduğu beden bölgeleri, Boyun, boğaz, çene, kulaklar, ses, soluk borusu, bronşlar, ciğerlerin üstü, yemek borusu ve kollardır. Bu chakra, Tiroit bezi, iskeletin ve iç organların gelişimini, bedensel ve ruhsal gelişim arasındaki dengeyi, metobolizma aracılığı ile yiyeceğin enerjiye dönüşüm hızını, iyot metobolizmasını, kandaki ve hücrelerdeki kalsiyum dengesini kontrol eder.

Kendini ifadede ederkan yaşanan güçlükler, bu çakradaki denge bozulmalarının ilk verileridir. Özellikle, bilinmeyene yönelik endişe, yada korku duyguları, tiroit bezinde dengesizliğe neden olur. Bu da söz konusu çakrada uyumsuzluğa yol açarak telapatik iletişimi engeller.

Tiroit bezindeki bir çok rahatsızlıklar, öfke ve içerlemeden kaynaklanırlar. Bu duygular kanda, asidik kristallerin birikmesine neden olarak, ruhsal ve zihinsel yapıda rahatsızlıklar oluşturduğu gibi, fizik yapıda da mafsal-eklem rahatsızlıklarına yol açar. Bu gibi durumlarda, hastanın tüm enerji alanı yeniden şarz edildikten sonra, şakral tedavi yapılmalıdır. Güç eli, sorunlu olan tiroidin gerilim-direnç bölgesine konulup, diğer elde boyun arkasındaki çakraya konularak, gerekli şifa enerjisi verilerek, tedavi sağlanır.

Mavi:
Mutluluğun rengidir. Psikoloji üzerinde barışçıl etki gösterir. Sanatsal yaratıcılığı, ilhamı tetikleyen bir renktir. Tansiyon düşürücüdür, boğaz sorunlarını çözer, iştahı azaltır. Sinir sistemini rahatlatır. Vücudun sakinleştirici kimyasallar salgılamasına yol açar. Ayrıca solunum yollarının çalışmasını sağlar.
Çağrışımları: Gökyüzünün ve denizin rengi mavi, insanlara doğanın verdiği huzuru verir.
Taşı: Aquamarine taşı.

Lacivert - Üçüncü Göz Şakrası

Lacivert - alın çakrası, ya da üçüncü göz şakrası
Üçüncü Göz Şakrası: Pineal bezi (epifiz) Yukarıya bakma yeteneği olan fiziki bir gözdür. Alın chakrası veya Üçüncü göz şakrası olarakta bilinir. İki kaşın arasında hafif yukarıda kalır. Koyu mavi-lacivert arası bir rengi vardır. Hipofiz bezi ile bağlantılıdır. Bu bez, büyümeyi ve metobolizmayı düzenleyen salgılar üretir. Yüksek zihinsel güçlerin, hafızanın ve iradenin merkezidir. Fizik yapıda ise, merkezi sinir sistemini yöneten merkezdir. Fizik gerçekliğin ötesindeki tüm yaratılış düzeylerine bu merkezden ulaşmak mümkündür. Duyma, hissetme, bazen görüntü olarak algılama yapar. Varoluşun bilinçli algılanışı buradan yapılır. Bedenle ilgili olduğu bölgeler, yüz, gözler, kulaklar, burun, sinüsler, beyincik ve merkezi sinir sistemidir. İlgili olduğu Hipofiz bezi, diğer bezlerin uyumlu etkileşimlerini sağlar.

Lacivert: Yatıştırır, düşünce gücünü arttırır, ciddiyet verir. İş görüşmelerinde tercih edilen kıyafet rengidir.
Çağrışımları: Okyanus.
Taşı: Saphir.

Mor - Taç Çakra

Mor - Taç Çakra
Taç çakra üst boyutlardan gelen mesajlarla birleştirir ve başın üzerinde bir baskı şeklinde hissedilebilir. Rengi mor'dur. Titreşimsel düzeyi faal haldeyken, diğer tüm şakralardan daha yüksek frekansdadır. Beyaz ve menekşe rengi ile birlikte, bünyesinde birçok rengi taşır. Epifiz salgı bezi ile bağlantılıdır. Kozmik alemdeki yüksek enerjilere kanallık vazifesi görür. Ruhsal enerjilerin alıcısıdır, fiziksel rahatsızlıklarda, dönüştürücü ve tedavi edici enerjileri toplar. Bedenle asış ilgili olduğu bölge beyindir. Pinael bezler, melatonin hormonu ile ilgilidir, epifiz bezi tüm organizmayı etkiler. İskelet yapısını etkileyen mor, vücudu toksinlerden arındırıcı, antiseptik özelliklere sahiptir. Mor rengin enerjisi, çeşitli kanser türlerinin tedavisinde kulanılır. Ayrıca eklem iltihabı hastalıklarının tedavisinde, mor renkli ışık etkili olabilir. Rüya aktivitlerini geliştirebilir.

Mor: İç bilinci teşvik eder, uykusuzluğa iyi gelir. Küçük de olsa evin bir köşesinde bu rengin kullanılması, ilişkilerin daha dengeli olmasını sağlar.
Çağrışımları: Lüks, zenginlik, zarafet.
Taşı: Amatist.

Renklerin ve hastalıklarla ilişkisi

renklerin hastalıklarla ve gıdalarla ilişkisi
Amerikan Kanser Derneği ve John Hopkins Hastanesi'nin yaptığı ortak araştırmada, renklerin hastalıklarla yakın ilişkisi olduğunu ortaya çıkardı. Sebze ve meyveden oluşan zengin besin, kanser ve kronik hastalık riskini azaltıyor. Beyazlar kolesterolü düşürürken, morlar kanser ve hafızada çok etkili. Yapılan son çalışmalar, günlük olarak 5 ve üzerinde renkli sebze ve meyve tüketiminin sağlıklı yaşam için çok önemli olduğunu kanıtladı. Sebze ve meyvelerin sağladıkları vitamin, mineral, posa ve fitokimyasallar ile sağlığı geliştirdikleri, yaşlanmanın neden olduğu etkileri önledikleri, kanser ve kalp hastalıkları riskini azalttıkları belirlendi. İşte renklerine göre besinler ve yararları:

Beyaz Gıdalar
Beyaz renkli besinler LDL kolesterolü düşürüp, kalp hastalıkları riskini azaltıyor. Muz, armut, karnabahar, sarımsak, soğan, mantar, patates gibi beyaz renkli besinleri tüketerek, kalp hastalıkları riskinizi minimuma indirmeniz mümkün.

Mavi ve Mor
Mavi ve mor renkli besinler, etkisini en çok hafıza üzerinde gösteriyor. Bu renkteki gıdalar pek çok kanser türüne (başta prostat kanseri olmak üzere) yakalanma riskini azalttığı söyleniyor. Dolaşım sisteminin korunmasına ve sağlıklı yaşlanmaya da yardım ediyor. Erik, siyah üzüm, patlıcan, böğürtlen, incir, yaban mersini, lahana gibi besinleri, tüketmeye özen gösterilmesi tavsiye ediliyor.

Sarı ve Turuncu
Sarı ve turuncu renkli besinler, bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor. Göz ve kalp hastalıklarına karşı kalkan oluşturuyor. Portakal, şeftali, mango, kavun, havuç, ananas, üzüm, balkabağı, kayısı, sarı elma, mısır, bu renk besinler arasında.

Yeşil Gıdalar
Yeşil renkli besinler kemikleri koruyor, dişleri güçlendiriyor, göz sağlığına zarar gelmesini önlüyor. Bazı kanser türlerine yakalanma riskini de azaltıyor. Yeşil renkli gıdalar arasında kivi, ıspanak, brokoli, brüksel lahanası, marul, lahana, avakado, yeşil elma, salatalık, biber, taze soğan, roka gibi besinler yer alıyor.

Kırmızı Gıdalar
Domates, kırmızı elma, çilek, karpuz, ahududu, kiraz, turp gibi kırmızı besinler, sağlık açısından oldukça önemli. Kırmızı renkli besinlerin Alzheimer hastalığından korunmada başrolü oynadığı artık kanıtlandı. Kırmızı besinler, kalbin kan akımını düzenliyor ve üriner sistemin sağlığını da koruyor.

Meyveler ve Renkler

Meyveler
Meyveler içerdikleri A, C, E vitaminleri ile vücudumuzdaki hayati fonksiyonların zarar görmesini engelleyen antioksidan görevi görürler. Birçok meyvede bulunan C vitamini demir emilimini kolaylaştırırken, hastalıklara karşı vücut direncini de artırmaktadır. Kırmızı meyvelerin, birçok kalp ve damar hastalıklarında tedavi edici rol oynadığı ve kanser riskini azalttığı, idrar yollarının sağlıklı çalışmasını sağladığı, hafızayı geliştirici etkisi olduğu idda ediliyor. Hem kırmızı, hem de turuncu meyve ve sebzelerde bulunan beta karoten maddesi, kardiyovasküler hastalıkları ve kanser riskini azaltıyor, gözleri güçlendiriyor. Yeşil meyve ve sebzeler de, kanser ve kalp hastalıkları riskini azaltıyor. Doğum sırasında meydana gelebilecek olan kusurları engellerken, kırmızı kan hücreleriyle, kemik ve dişlerin güçlü olmasına yardımcı oluyor. Birçok meyvede bulunan K vitamini, demir, magnezyum, kalsiyum, kemiklerin ve dişlerin güçlü ve kanın sağlıklı olmasını sağlıyor.

Mavi, mor ve siyah meyveler, kalp ve idrar yollarını geliştirirken, aynı zamanda yaşlanmayı geciktiriyor. Yabanmersini ve kızılcıkta bulunan antioksidanlar, mesane enfeksiyonlarından, ülser ve diş eti hastalıklarına kadar, korunma sağlıyor. Ayrıca yoğunlaşmış tanenler olarak bilinen maddeler, istenmeyen bakterilerin hücrelere ve organlara yapışmasını engelliyor.

Yoğurdun suyuna, sarı ve yeşilimsi rengi veren Riboflavin isimli vitamin. Yoğurt suyunun dökülmesi ile, sağlık açısından faydalı olan bu vitamin boşa gidiyor. B2 vitamini eksikliği, göz ve ağız kenarlarında çatlamalar ve yaralara neden oluyor. Yoğurt suyunda bulunan B2 vitamini, vücuttaki protein, karbonhidrat ve yağlarla etkileşim içine girerek, onların kullanılmasını kolaylaştırıyor.

ABD de yapılan bir araştırma, yumurta sarısındaki lutein ve zeaksantinin gözlerde ortaya çıkan yaşla ilgili dejenerasyon ve katarakta karşı koruyucu etki gösterdiğini ortaya koydu. Yumurtanın faydaları konusunda birçok araştırma yapıldığı, yumurtanın anne karnındaki bebekten, 60 yaşındaki yaşlılara kadar herkes açısından faydalı bir gıda olduğu belirtiliyor.

Gıdaların renk ve besin enerjileri

Bir besinin kalitesini belirleyen unsuların başında geleneksel tohumdan elde edilmesi, tarım kimyasalı kullanılmaması, endüstriyel işlem görmemiş olması, taze olmasıdır. Ancak gıdaların renk ve besin enerjileri de bir o kadar önemlidir. Siyah rengi çok da gözümüze hoş gelmeyebilir ama, son çalışmalarda - özellikle siyaha yakın renkteki besinler, yakın zamanda süper besinler olarak adlandırılacak. Elbette hepimiz sebze veya meyve tüketirken en parlak, en canlı renkte olanları tercih ediyoruz ama diyetimize biraz da siyah eklemek faydalı olacak.

13 Temmuz 2016 Çarşamba

“Yaşlanma algısı değişirse, yaşlanma değişir”

Dr. Chopra yaşlanma üzerindeki algının değişmesiyle yaşlanmanın da değişebileceğini anlattı.
Birinin Yaşlanma Üzerindeki Algılamasını Değiştirerek, Yaşlanmamızı Değiştirebiliriz. Nasıl?
Dr. Chopra: Pekâlâ, pek çok insan yaşlanmanın kaçınılmaz olduğunu düşünür ve bilimsel veri bunun doğru olmadığını göstermektedir. İnsanlar yaşlılıktan ölmezler; yaşlılık beraberinde gelen hastalıklardan ölürler ve onlar da önlenebilir.
Pek çok insan, yaşlanmanın değiştirilemez olduğunu düşünür ve biz; insan makinasında bile beslenme düzeninin düzeltilmesi, antioksidanlar, vücuttan toksinlerin atılması, egzersiz, yoga, nefes alma teknikleri ve meditasyon aracılığıyla yaşlanmanın tersine çevrilebilir olmasına izin veren mekanizmaların olduğunu biliyoruz.
Birçokları yaşlanmanın normal olduğuna inanıyor, fakat normal yaşlanmanın ne olduğunu kimse tanımlamıyor. Normal olarak adlandırdığımız, averajın psikopatolojisi olabilir. Pek çok insan yaşlanmanın genetik olduğunu düşünüyor, ama anne-babanız 80+ yaşa kadar yaşadıysalar; bu sizin hayatınıza üç yıl katabilir.
Düşünme biçiminiz, davranma biçiminiz, yeme biçiminiz hayatınızı 30 ila
50 yaş etkileyebilir. Çoğu kişi, yaşlanmanın evrensel olduğuna inanır, fakat asla yaşlanmayan biyolojik organizmalar vardır.
Pek çokları yaşlanmanın ağrı verici olduğuna inanır ve biz biliyoruz ki; ağrı hastalıklardandır ve önlenebilir, yaşlanmaktan değildir.
İnsanlar yaşlanma kavramlarını değiştirmeliler, onları gerçek dışı bir düşünceye dayanarak değil; bilimsel-olgusal gerçeğe dayanarak böyle yapmaya davet ediyorum. Onu değiştirdikleri zaman; çok geçmeden yaşlanma algıları değişecek ve onlara; yaşlanmak, daha bilgili hale gelmek, daha yaratıcı hale gelmek, yaratıcılık için sıçrama tahtası haline gelmek ve varlık daha anlaşılır bir hale gelecek. Tüm fenomendeki algılamanız bir kez değiştikten sonra; realiteniz değişecek, çünkü realiteniz sizin onu algılamanızdan başka bir şey değildir.
Veronica: Yaşlanmama niyetini eğer etkili olarak tetiklersek; bedenin bunu otomatik olarak gerçeğe dönüştüreceğini belirttiniz. Bunu açıklayabilir misiniz?
Dr. Chopra: Evet, çünkü niyetler bedendeki dönüştürülme için olan tetiklerdir. Eğer ayak parmaklarınızı hareket ettirmek isterseniz; onu niyet aracılığıyla yaparsınız.
Bedeninizdeki biyolojik bilgiye iki öğe vardır: Birisi niyet, diğeri de dikkattir. Öyleyse size verdiğim örneğe, ayak parmaklarını hareket ettirmeye geri dönün. İlk olan şey, dikkatinizin oraya gitmesi ve ikinci olan şey de, orada niyetin olmasıdır; böylece bu dikkatle ve niyetle olan biyolojik bilgi, hangi biyolojik bilginin verildiğidir. Biyolojik bilgi gibi davranan farkındalık; öğelere, daha sonra bilgilendirme amaçlı olan öğeye gider ve daha sonra lokalize olmuş bir öğe vardır ve bu da bedenin nasıl davrandığıdır.
Eğer ayak parmaklarınızı niyetin önemsiz bir titreşimiyle kımıldatabiliyorsanız; biyolojik saatinizi neden yeniden ayarlayamazsınız?
Pek çok insanın onu yapamamasının nedeni, ilk olarak onu asla düşünmemeleri ve ikinci olarak da belirli şeylerin diğer şeyleri yapmaktan daha kolay olduğunu düşünmeleridir. Örneğin ayak parmaklarını kımıldatmak, biyolojik saati yeniden ayarlamaktan daha kolaydır; fakat o, batıl inançtan kaynaklanan bir inançtır. Eğer insan bedeninin bir bilgi ve enerjinin iletişim ağı olduğunu anlayabilirsek; o zaman aynı prensiplerin bedenin her yerinde uygulandığını görürüz.
Veronica: O söylemek üzere olduğum şeydi. Meselelerin özünü kavrayacak kadar yaşlanma sürecini durduran veya aslında yaşlanma sürecini tersine çeviren, birinin çalışması için derin seviyede yerleştirileceğini düşündüğü şeydir.
Dr. Chopra: Hayır, o aynı mekanizmadır. Sadece bazı şeylerin daha kolay, bazı şeylerin daha zor olduğuna inanmamız bize aşılanmış. Neticelere her zaman beklentiler karar verir!
Veronica: Siz bedenlerimizin de fiziksel ifadeye dönüştürülmüş deneyimler olduklarını, bir başka deyişle; bedenlerimizin düşünce sistemimizin içini dökmesi olduğunu söylediniz?
Dr. Chopra: Ve deneyimler. Bundan dolayı eğer endişeyi deneyimliyorsanız; vücudunuz adrenalin ve kortizon yapmakta, eğer sakinliği deneyimliyorsanız; vücudunuz diyezepam yapmaya başlar, eğer canlılık ve neşeyi deneyimliyorsanız; vücudunuz kanser karşıtı güçlü ilaçlar olan interlökinleri ve interferonları yapar. Bundan dolayı bedeniniz, deneyimlerinizi sürekli olarak moleküllere dönüştürmektedir.
Veronica: Ve dünya yorumumuzu veya deneyimimizi her an değiştirebiliriz.
Dr. Chopra: Bu doğru. Bir kişinin düşmanı, bir diğer kişinin en iyi arkadaşıdır. Benim en favori yiyeceğim sizin cildinize kaşıntı yapabilir, vesaire. Her deneyimimiz bize mahsustur, çünkü onun yorumunu derin düzeyde yapıyoruz.
Veronica: Siz hatta daha da ileri gidiyorsunuz ve kendinizi zamansız, ölümsüz bir varlık açısından gördüğünüzde; her hücrenin yeni bir varoluşun farkına vardığını ileri sürüyorsunuz.
Dr. Chopra: Çünkü, beden zekânın son ürünüdür ve zekânızın sizin realitenizi nasıl şekillendirdiği ise, vücudunuzun realitesini şekillendirecektir. Beden; düşüncelerin alanıdır, yorumlamalar alanıdır ve siz kendi kimliğinizin deneyimini ilahi bir varlığa dönüştürdüğünüzde beden, o ilahi realitenin fiziksel dışavurumunu ifade eder.
Veronica: Gerçek ölümsüzlüğün burada ve şu anda, bu yaşayan bedende deneyimlenebileceğini söyleyecek kadar ileri gidiyorsunuz. O, varlığın aşılamasını her düşündüğünüz ve yaptığınızın içerisine çizdiğinizde meydana gelir. Bu, zamansız zihin ve yaşsız bedenin deneyimidir.
Dr. Chopra: Evet.
Veronica: Coşkuyla yaşamak, bir rüyaya sahip olmak, bir yaşama nedeni ondan mı önemli, eğer o rüya sadece kendi neşeniz için olsa bile?
Dr. Chopra: Benim düşünceme göre; bir arzuya sahip olmak, bir rüyaya sahip olmak, hayatta bir amacının olması, çok önemli bir tamamlayıcıdır. Ve, o amaca üç tane tamamlayıcı vardır: Bir tanesi sizin gerçekten ne olduğunuzu bulmanız, Tanrıyı keşfetmek, ikincisi diğer insanlara hizmet etmek, çünkü biz onu yapmak için buradayız ve üçüncüsü de kendinize özgü yeteneklerinizi ifade etmenizdir. Kendinize özgü yeteneklerinizi ifade ederken zamanın izini kaybedersiniz.
http://www.intouchmag.com/chopra.html ’den çevrilmiştir.)
Röportaj: Veronica M.Hay (‘Rüyada Herşeyi Yapabilirsiniz’ E-Kitabının Yazarı)
Çeviren: Esin Tezer

3 Temmuz 2016 Pazar

Ünlü Zen ustasından gerçek aşkın tanımı



Ünlü Zen ustasından gerçek aşkın tanımı

Nasıl seveceğini bilmeden sevmek, sevdiğimiz kişiyi yaralar." Ünlü Zen Budist keşiş, öğretmen, ve barış aktivisti Thich Nhat Hanh, basit cümlelerle ve büyük bir bilgelikle yazılmış kısacık kitabında, gerçek aşkın ve sevginin sırlarını şiirsel bir dille paylaşıyor. İşte sizin için büyük bir keyifle hazırladığımız en önemli tespitleri içeren özet


Aşka en güzel anlamları yükleyip, psikolojik olarak inceleyip, felsefeyle tanımladık. Yetmedi çekimin matematiksel formülünü bile çıkardık. Ama aşk ve sevgi hala gizemli. Belki de insan varlığının en önemli gizemi.
Vietnamlı Zen Budist keşiş, öğretmen, ve barış aktivisti Thich Nhat Hanh, "How to Love" adlı basit cümlelerle ve büyük bir bilgelikle yazılmış kısacık kitabında, sevgiyi keşfe çıkıyor. Basit metaforlarla ruhun en derin sorunlarını büyük bir farkındalık ile işleyen Nhat Hanh'ın öğretilerine kulak vermek için öncelikle dürüst ve içten olan her şeyi basit ve naif olarak görüp yok sayan savunma mekanizmalarını bir tarafa bırakmak gerekiyor.
Sevginin diğer adı...
Nhat Hanh'ın öğretilerinin kalbinde, "anlamak, sevginin diğer adıdır" fikri yatıyor.
Bir başkasının acısını anlamak, o kişiye verebileceğiniz en büyük hediyedir. Anlamazsanız, sevemezsiniz.
Birinin bizi anladığını, olduğu gibi gördüğünü hissetmek hepimizin ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Ama bunu teorik olarak kavrasak bile, kendi düşüncelerimizin, duygularımızın ve sıkıntılarımızın içinde o kadar kayboluruz ki, çoğu zaman karşımızdakine bu anlayışı gösteremeyiz. Nhat Hanh bu durumu güzel bir benzetme ile açıklıyor:
Eğer bir bardak suya, bir avuç dolusu tuz atarsanız, o su içilmez olur. Ama bir avuç tuzu bir nehre atarsanız, insanlar hala o sudan içip, yemek pişirebilirler. Nehir kocamandır, kabullenme ve dönüştürme yetisi vardır. Kalbimiz küçükse, anlayışımız ve merhametimiz limitlidir, ve acı çekeriz. Diğer insanları ve hatalarını kabullenemeyiz ve değişmelerini bekleriz. Ancak kalbimiz büyüdüğünde, böyle şeyler bize acı çektirmez. Çok fazla anlayış gösterebiliriz ve diğer insanları kabulleniriz. Onları oldukları gibi kabullendiğimizde, değişim şansları da olur.
Bu durumda, asıl soru kendi kalbimizi nasıl büyütebileceğimiz. Bunun yolu da kendimizi anlamak, kendi acılarımızı fark edip kendimize şefkat göstermeye başlamaktan geçiyor. Kendimizi mutlu etmeyi öğrendiğimizde, sevme yeteneğimizi de geliştirmiş oluruz.
Sevgi öğrenilen dinamik bir etkileşim olduğu için, çoğumuz anlayış (ve yanlış anlayış) sistemimizi küçük yaşta başkalarından kopyalayarak öğreniriz. Nhat Hanh diyor ki: Eğer ebeveynlerimiz birbirini sevmediyse, sevginin neye benzediğini nerden bilebiliriz ki? Ebeveynlerin çocuklarını bırakabilecekleri en değerli miras para, ev, arsa değil kendi mutluluklarıdır. Eğer mutlu ebeveynlere sahipsek, en büyük zenginliğe sahibizdir.
Çarpılmak ve aşık olmak arasındaki fark
Nhat Hanh birine "çarpılmak" ile aşık olmak arasındaki farkın önemine de dikkat çekiyor. Çarpılmak, gerçek aşkı engelleyen ve o kişinin gerçekte kim olduğunu tamamıyla yok sayıp bizim için ne anlam ifade ettiği ile ilgili kurduğumuz bir fanteziden ibarettir diyor.
Çoğunlukla başkalarını anladığımız veya sevdiğimiz için değil, kendimizi hissettiğimiz acılardan uzaklaştırmak için birilerine "çarpılırız". Ancak gerçekten kendimizi anlayıp sevdiğimizde, başkalarına da gerçek sevgi duyabiliriz.
Nhat Hanh bu durumu zekice açıklıyor:
Bazen boş hissederiz, bir şeylerin büyük eksikliğini duyarız. Sebebini anlayamayız, çok belirsizdir. Ama yine de bu boşluk çok güçlüdür. Sürekli olarak iyi bir şeyler olmasını bekleriz, daha az yalnız hissetmemizi sağlayacak şeyler, daha az boş hissetmemizi sağlayacak şeyler. Kendimizi ve hayatı anlama arzusu çok kuvvetlidir. Sevme ve sevilme arzusu da çok kuvvetlidir. Sevmeye ve sevilmeye hazırızdır ve bu çok doğaldır. Ama boş hissettiğimiz için, sevgimizi yansıtacak bir obje ararız. Bazen kendimizi anlayacak fırsatımız olmamıştır, ama objeyi bulmuşuzdur. Tüm istek ve arzularımızın o kişi tarafından gerçekleştirilemeyeceğini fark edince de, yine boş hissetmeye başlarız. Bir şey bulmak isteriz, ama ne aradığımızı bilemeyiz. Hepimizde sürekli bir istek ve beklenti vardır, hep daha iyi bir şeylerin olmasını bekleriz. Bu yüzden email hesabımızı veya sosyal medyayı defalarca kontrol ederiz.

Gerçek sevginin dört elementi
Gerçek sevgi, dört elementten oluşur: iyilik, merhamet, neşe, ve sakinlik.
Sevgi dolu iyilik, diğerlerine mutluluk verebilmektir. Ancak, siz mutluysanız başkalarına mutluluk verebilirsiniz. Kendinizi kabullenip sevdiğinizde başkalarına da mutluluk vermeniz mümkün olur.
Eğer yeterince anlayış ve sevginiz varsa, yaşadığınız her an - kahvaltı da hazırlasanız, araba da sürseniz, bahçeyi de sulasanız - mutlu bir an olabilir.
Derin bir ilişkide, partnerinizle aranızda bir sınır yoktur. Siz o’sunuzdur, o da siz. Sizin acınız onun acısıdır. Mutluluk ve acı artık kişisel meseleler değildir. Artık "Bu senin problemin." gibi bir şey hissedemezsiniz.
Dört ana elemente yardım eden iki element de saygı ve güvendir. Birini sevdiğinizde, ilişkide saygı ve güven vardır. Güven olmayan sevgi, henüz sevgi değildir. Öncelikle kendinize güvenmeli ve saygı duymalısınız. İyi ve merhametli bir doğanız olduğuna güvenin. Gerçek sevgi, hem kendinize hem karşınızdakine güvenip saygı duymadan var olamaz.
Bu saygı ve güveni yaratacak şey ise karşınızdakini dinlemektir. Bu hepimize milyon kez büyüklerimiz, öğretmenlerimiz, psikologlar, terapistler tarafından söylenmiştir, bu yüzden bağışıklık kazanmış olabiliriz. Ama yine de Nhat Hanh'ın zarif ve şiirsel diliyle söylendiğinde belki ruhunuza ulaşabilir:
Nasıl seveceğini bilmeden sevmek, sevdiğimiz kişiyi yaralar.
Birini nasıl seveceğimizi anlamak için, onu anlamamız gerekir. Anlamak için de, dinlememiz gerekir.
Birini sevdiğinizde, o kişiyi rahatlatabilmeli ve acısını dindirebilmelisiniz. Bu bir sanattır. Eğer o kişinin acılarının kökünü anlayamazsanız, yardımcı olamazsınız, tıpkı bir doktorun sebebini bilmeden hastalığınızı iyileştiremeyeceği gibi.
Daha çok anladıkça, daha çok seversiniz, daha çok sevdikçe, daha çok anlarsınız. Bu, bir gerçekliğin iki yüzüdür.
Efsanevi Zen hocası D.T Suzuki'nin akıllara kazınmış "içinde yaşadığımız ego kabuğu, büyüyüp aşması en zor şeydir." aforizmasını destekleyen Nhat Hanh, "Ben" anlayışının, karşılıklı anlaşılmanın nasıl önüne geçtiğini açıklıyor:
Çoğunlukla, "Seni seviyorum" dediğimizde, sevme işini yapan "Ben" kişisine odaklanırız. Bunun sebebi benlik algısına takıldığımız içindir. Bir benliğimiz olduğuna inanırız. Aslında bireysel bir benliğimiz yoktur. Bir çiçeği çiçek yapan şeyler çiçek olmayan şeylerdir, klorofil, su ve güneş ışığı gibi. Çiçekten çiçek olmayan her şeyi çıkarırsak, geriye çiçek kalmaz. Bir çiçek tek başına var olamaz. Sadece bizimle beraber var olabilir. İnsanlar da böyledir. Kendi başımıza var olamayız. Ben de ben olmayan elementlerden yapılmayım, dünya, güneş, ebeveyn ve atalar gibi. Bir ilişkide, partnerinizle beraber var olduğunuzu görebilirseniz, onun acısının sizin acınız, onun mutluluğunun sizin mutluluğunuz olduğunu fark edeceksiniz. Bu bakış açısıyla, farklı konuşup, farklı davranacaksınız. Sırf bu bile, çok fazla acıyı dindirebilir.

2 Temmuz 2016 Cumartesi

Hayatınızdan Şekeri Çıkarınca Degisecek 7 Şey

Son birkaç yıldır uzmanlar bizi şekerin sağlığımız üzerindeki tehlikeleri hakkında uyarmaktadırlar. Şeker; tip-2 diyabet, kalp rahatsızlıkları ve obezitenin temel nedenidir.
Hayatınızdan Şekeri Çıkarınca Değişecek 7 Şey
Hayatınızdan Şekeri Çıkarınca Değişecek 7 Şey
Şekerin kendisi tam anlamıyla zararlı değilse de, aşırı tüketilmemesi gerekir; özellikle de rafine şeker, ki bu da sıklıkla marketlerde karşılaştığımız ve sürekli tükettiğimiz şeklidir.

Şeker, meyvelerde bulunan doğal hali ile tüketildiğinde sağlığımız için zararlı değildir; ancak aşırı miktarda tüketilmemelidir. Sağlık uzmanlarını endişelendiren konu, çoğu insanın beslenmesinde rafine şekerin bulunmasıdır. Rafine şeker, kimyasal işlemlere tabi tutulur ve kokain kadar bağımlılık yaratıcı olabilir.

Hayatınızdan şekeri tamamen çıkarmak imkansız gibi görünebilir. Çünkü besinlere katmak için rafine şeklinde satılmasının yanı sıra, şekerlemeler, ekmek, işlenmiş gıdalar, soslar ve diğer birçok seri üretilen gıdaların içinde de şeker bulunur.

Buna rağmen, doktorlar ve beslenme uzmanları, şekerin vücudumuza çok ciddi sağlık tehditleri oluşturduğunu, ve daha da önemlisi bu durumdan nasıl sakınabileceğimizi üzerine basa basa anlatmaktadırlar.

Diyetinizden şekeri çıkarmak, sağlığınızı yaşam kalitenizi ciddi anlamda arttıracak şekilde etkileyecektir. Aşağıda, bugün hayatınızdan şekeri çıkarmak için 7 önemli neden bulacaksınız.
 Daha tok hissedersiniz
Şeker, yemek yedikten sonra doyma hissini sağlayan leptin adı verilen hormonu bastırır. Bunun sonucunda yemeye devam etmekten kendinizi alıkoyamazsınız.

Şekeri bıraktıktan sonra vücut iştahı düzenlemeye başlar ve artık gıdalar daha çok tokluk hissi yaratmaya başlar. Bu da daha az kalorili yiyecek ve daha az tatlı tüketmek anlamına gelir.
 Kalbinizi korursunuz
Bol şeker içeren yüksek glisemik indeksli bir beslenme ve kalp hastalıklarının oluşma riskinde artış birbiriyle bağlantılıdır.

Şekerden kaçınmak, kalbi korumanın ve trigliseritleri kontrol altına almanın bir yoludur. Trigliseritler şekerden gelen ekstra kalorilerin depolandoğo yağ türüdür ve iyi kolesterolün vücudumuzdaki etkilerini azaltırlar.
 Karın yağları azalır
Şeker; vitamin, mineral ve lif yönünden yoksun, çok yüksek kalorili bir gıdadır. Bu yüksek kalorili, besin değeri düşük gıda, vücudumuzda kolayca yağ birikimine ve ilerleyen dönemlerde ise obeziteye dahi yol açabilmektedir.

Endokrin Topluluğunda (Endocrine Society) yayınlanan bir çalışmada; şeker tüketiminin, mide etrafında ve vücudun bel kısmında yağ birikimine neden olduğu ortaya konmuştur.
 Karaciğerinizi korursunuz
Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre; aşırı şeker tüketimi tıpkı alkolde olduğu gibi karaciğeri olumsuz yönde etkiler.

Şekerden kaçınmak, karaciğerin işlevlerinin düzenli bir şekilde devam etmesine katkıda bulunarak bu organın yorulmasının önüne geçer.
 Böbrek taşı oluşumu engellenir
Diğer zararların yanında göz ardı edilen bir şey de, şekerli içecekler ve rafine şekerlerin böbrek taşı oluşumu riskini %25 oranında arttırmakta olduğudur. Daha kötüsü ise tükettiğimiz şekerli meşrubatların bu riski %33 gibi ciddi bir oranda arttırabilir düzeyde olmasıdır.

Bu riski önlemek için bu içecekleri tüketmeyi bırakıp doğal meyve suları veya su gibi daha sağlıklı içecekleri tercih etmek gerekmektedir.
 Beyninizi korursunuz
Kanıtları çok kesin olmamakla beraber, bazı çalışmalar kan şekerindeki ani değişimlerin hafızayı etkileyen beyin hasarının nedenlerinden olabileceğini bulmuştur. Bu çalışmalarda sorunun kaynağının kontrolsüz kan şekeri seviyeleri olduğu tespit edildi; ancak şekerin doğrudan bir etkisi bulunamadı.

Ancak, çok fazla şeker tüketiminin, kan şekerinin yükselmesinin temel nedeni olduğu yaygın olarak bilinmektedir.
 Cildinizi genç görünümlü tutarsınız
Şeker tüketmek glikasyon adı verilen bir süreci çalıştırır; bu da cildinizdeki elastin ve kolajenin hasarına neden olur.

Şekeri hayatınızdan çıkarmak cildinizin genç görünümünü koruyacak ve yaşlanmanın erken belirtilerini engelleyecektir.

Kaynak: sagligabiradim.com