Günün Sözü

"Sen ey tanrılar alevi ey eliziyum kızı Biz mabedine gideriz mest olmuş halde senin Adetin ayırdığı şeyler hep sihrinde gizlenir Daima kardeş olur insanlar gölgende senin Medeniyet insanlığa güneş gibi nur saçar Bilgimizin ışıkları karanlıkta yol açar Bu yol bizi mutluluğun kucağına götürür Neş’e ile bağlı dostluk insanlığı yürütür Kardeş olun ey insanlar bunu ister tanrımız Bu dünyada her şey geçer en son sana dost kalır İnsanlığa doğruluğa göğsünü aç korkmadan Hür doğmuştur insanoğlu hür yaşamak hakkıdır"

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Paradigmaların İnsan Hayatında ve Toplumsal Yaşamdaki Yeri



Bugün sosyal bilimlerde kullandığımız kavramların önemli bir kısmı, 'içerisi' ile 'dışarısı' arasında yapılan ayırım etrafında şekillenmekte ve kavramsal algılarımızın sınrlarını oluşturmaktadır. Buna paradigma denmektedir. 
Paradigma insanın dünyayı algılamak için kabul ettiği doğrular sistematiğidir. Paradigmalarımız bakış açımızı ve bunun sonucunda ortaya çıkan davranış biçimlerimizi yönetir. Bu yüzden de,bu doğrular sistematiğinde oluşturulan paradigmalar kişiden kişiye ve toplumdan topluma farklılıklar göstermektedir. Her hangi bir konu üzerinde çok çeşitli yorumların oluşması, kavramsal algılarımızın (paradigmalarımızın) birbirinden çok farklı olmasından kaynaklanmaktadır.  
Gümümüz insanının algılamaları (paradigmaları) , içinde bulunduğumuz çağla birlikte aynı paralellikte gelişmiyor. İnsan beyninin akademik ağitimle birlikte en üst saviyeye çikabileceğini biliyoruz. Bilimsel gelişmeler ve bunun doğrultusunda ortaya çıkan teknolojik gelişmeler bize bunu ispatlıyor.
Bununla beraber kişilerin sosyal bilincini aynı şekilde yukarı çekmenin mümkün olmadığını,akademik eğitimle birlikte, toplumun kendi içinde oluşturduğu yaşam öğretilerini de (toplumsal değerleri, ahlaki değerleri, dini değerleri) kişilere doğru bir şekilde empoze edilmesi gerektiğini gösteriyor. Bunun sonucunda ortaya çıkan kişisel paradigmaların, toplum paradigmalarıyla aynı düzlemde buluşmasını sağlamak kolaylaşıyor.  
Yaşam kalitemizi yukarıya çekebilmek için, yaşamı algılayış ve yorumlayış biçimimizle kendi tarzımızı yani paradigmamızı geliştirmek ve onunla şekillendirdiğimiz bir yaşam felsefesi, dünya görüşü oluşturmak zorundayız. Yaşama çoğu zaman yanlış, önyargılı veya toplum tarafından tarafından empoze edilmiş paradigmalarla bakıyor ve kendi paradigmamıza hükmedeceğimize onu başkalarının ellerine bırakıp, yaşam kalitemizi çok düşük seviyelerde tutuyoruz. 
Günümüzde içinde bulundğumuz toplum yapısında, oluşmuş kişisel paradigmalar, toplumun paradigmalarıyla ne derece örtüşüyor. Öncelikle bunu irdelemek gerekiyor. 
Son elli yıldır gelişen golabal gelişmeler sonucunda ve hızlı artan dünya nüfusu sayesinde, toplumlar, mevcut kültürlerini,coğrafyasını ve ekonomik sistemlerini koruyamamış,sahip oldukları yaşam öğretilerini, sosyoekonomik ve politik gelişmeler sayesinde, yitirmiş ve farklı kültürlerden oluşan toplumlar haline gelmiştir. 
Bu karma toplumlar, kişileri bireysel yaşama yönlendirmiştir. Bu sayede, bireysel yaşam, kişileri, toplum bilincinden ve sorumluluğundan uzaklaştırıp, sadece kişisel paradigmaları doğrultusunda hareket etmeyi zorunlu kılmıştır. Ve bu durum kişiyi, toplumun öngördüğü paradigmalarla karşı karşıya getirmiştir. 
Bu aynı zamanda kişisel gelişim açısından da insanları köreltmiş ve sosyal bilincinin güdük kalmasına sebeb olmuştur. Örneğin kişi kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ederken, içinde yaşadığı toplumun mevcut değerlerini ve menfaatlerini rahatlıkla gözardı edebiliyor ve hiç bir şekilde gelişmemiş sosyal bilinciyle de bundan rahatsızlık duymuyor. 
Bu durum, öngörülen bireysel yaşamın, insan kalitesini ne kadar düşürdüğünü ve bunun topluma yansıması,aynı şekilde organize olamayan ve toplum bilincini oluşturamayan, sosyal bilinci düşük topluluklar haline dönüştüğünü göstermektedir. 
Bugün içinde bulunduğumuz toplum da bu durumdan yeterince nasibini almış durumdadır. Yıllardır süregelen yanlış politakalar, içinde bulunduğumuz toplumu böyle bir açmaza sürüklemiştir. Görülüyor ki, toplumu yönlerdiren unsurlar, bu oluşum sürecinde kişisel menfaatleri ön plana çıkararak, mevcut toplum paradigmalarını global değişim adı altında değiştirmeyi başarmış ve toplumu bir arada tutan dinamiklerinden uzaklaştırmıştır. 
İnsanları banka cüzdanlarının kalınlığı ile değerlendiren materyalist batı felsefesinin, 'yükselen değerler' namıyla bize empoze etmekte olduğu gibi iç huzurumuzu ve davranışlarımızı sadece maddi unsurların belirlediği, hiç bir derinliği olmayan, sığ düşüncelerin esiri olmuş insanlardan toplumlar oluşturuluyor. Ve biz de, padişahların kulu, kölesi olmaktan kalma ezikliğimiz yüzünden, kendine güveni olmayan, benliği gelişmemiş, batı kültürünün etkisinde kalarak kendisini onların karşısında adam saymayan, adam sayılmak için onları körü körüne taklit eden ve onların doğrularıyla yaşayan insanlar yetiştiriyoruz. 
Bu da yetmiyormuş gibi bir de global yaşamın insanlar üzerindeki olumsuz etkisi, de eklenince çok vahim bir durum ortaya çıkıyor. Bu vahim durum da şudur: artık toplumları oluşturan insanların ortak duygu ve düşüncelerle bır arada hareket edemeyişleridir. Dolayısıyla, beraberlik duygusunun kaybolduğu bir toplumda, huzur aramak veya toplumsal gelişmeyi sağlamak pek mümkün görünmemektedir. Bu durum da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üniter yapısını bozmak ve bölmek isteyenlerin son derece işine gelmektedir. 

Yakın bir zamana kadar toplumlar paradigmalarını, dini, ahlaki ve yaşamsal öğretilerinden oluştururken, bugün artık, toplumsal paradigmalarımız yeni dünya düzeni anlayışıyla devlet politikalarıyla oluşturulmaktadır. Bunlara ideoloji paradigmaları denmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder