Artık kollarınızda bir kedi veya ayıcık değil;
bir adam yatıyor.
Bazen gecenin bir yarısında
uyanıp
ona şaşkın şaşkın bakıyorsunuz aklınızdan “sen gerçek misin?” düşünceleri geçerken… Binlerce yıldır süren yalnızlığınızın sonunun geldiğine
inanamıyorsunuz…
Hadi itiraf edin, ışık
görmüş tavşana döndünüz değil mi? Arama bulma kaybetme ve kendine acıma
döngüsünde
uzmanlaşmıştınız
da şimdi bu yeni topraklarda kendinizi yabancı
gibi hissediyorsunuz, öyle
mi? Hadi gelin biraz da bu bilmediğiniz
toprakları
karışlayalım
birlikte.
Sen Gerçek misin?
Evet, yanınızda yatan bu insan gerçek. Kanlı canlı bir
insan, tıpkı sizin gibi. Ama kesinlikle mükemmel birisi değil!
Onun da hataları,
acıları,
kendine acımaları,
şaşkınlıkları,
eksiklikleri var; tıpkı
sizin de olduğu gibi. Siz ona gece kalkıp “Gerçek misin?” diye
sorarak baktıktan bir süre sonra, o da kalkıp aynı bakışlarla
bakıp,
aynı
soruyordur emin olun. Şunu kavramanız çok önemli, sizler birbirinizin kurtarıcısı
değil; yol arkadaşlarısınız.
Hayat yolculuğunda yanyana geldiniz ve elele yürüyorsunuz. Bu elele
tutuşma çok uzun da sürebilir, çok kısa da; ömrünüzün sonuna kadar da gidebilir, birkaç
ay sonra da bitebilir…
Bunun ne kadar süreceği
öncelikle
önemli
değildir aslında, ilişkiler
ruhlar birbirlerine verebilecekleri ve paylaşabilecekleri
sürdüğü
kadar sürer.
Bu bizim için
can sıkıcı
bir bilgi olabilir, çünkü
biz “hep”
sahip olmak isteriz; ama evren böyle işlemez maalesef. Eğer
bir birliktelik ruhlara bir şeyler katmamaya başlamışsa ve yolların ayrılma zamanı gelmişse ayrılırız ki yeni deneyimler bizleri bulsun ve yaşamımızın
zenginlikleri artsın.
Bazen birliktelik o kadar zengindir ki yaşam
boyu sürebilir,
ama bu, bir “ideal”
değildir. Konu yaşam
olduğunda “idealler” insanı sadece kısıtlarlar. Bir kişiyle
altmış
seneyi veya altı kişiyle onar seneyi dolu dolu geçirebilirsiniz.
Burada püf
noktası “dolu
dolu”
geçirmektir,
geri kalan kısmı
ruhunuzun yolculuğunu nasıl sürdürmek istediğine
göre
gelişecektir. Ayrıca emin olun “sonsuza kadar” çok uzun bir süre. Hem de çok! Bu evren de aklınızın alamayacağı kadar geniş.
Her ne kadar üzerinde
uzlaşma olmasa da şahsen
ben zamanın
ve evrenin farklı
dönem
ve yerlerinde, birbirinden renkli rollerle bulunduğumuza
inanıyorum,
yani yaşam yolculuğumuzun
sadece bu hayatla sınırlı
olmadığını düşünüyorum.
Ama sonuçta
bizim elimizde kesin olan bir bilgi varsa, şu
anda elimizdeki hayata sahibiz ve onu güzelleştirmektir amacımız.
Peki Ya Kaybetme Korkusu?
Kendi içinde tümlenmemiş
insan kaybetme korkusu yaşar, çünkü karşısındaki
insan onun eksik taraflarını dengeliyordur ve geçici bir tümlenme hissi yaşamaktadır
kişi. Bunu da kaybetmek istemez haliyle, ama eninde
sonunda korktuğuyla yüzleşecektir; çünkü evren kişinin
kendi içinde
tümlenme
yaşamasını ister. Ayrıca da hiç kimsenin enerjisi sürekli olarak başka
bir varlığı tamamlamaya yetmez. Eninde sonunda yollar ayrılacaktır;
hem karşıdaki
yorulduğu için, hem de kişinin
kendini geliştirme fırsatı adına kadersel olarak. Ben geçen
yazımda
size tümlenmenin
yolunu anlatmıştım.
İnsanın
kendisiyle, gerekirse bağıra
bağıra,
yüzleşmesidir
tümlenmenin
en temel şartı. Bunu yaptığınızda da zaten hayatınıza girecek veya mevcut olan kişiler
potansiyel kurtarıcı
veya tamamlayıcı
rolünden
çıkarak
yol arkadaşlarınıza dönüşürler. İşte o zaman daha doyurucu, keyifli, kasmayan ilişkiler
yaşanır. Böyle bir ortamda da zaten korkunun yeri olmaz; zaten eğer
korku varsa aşk yoktur maalesef. “Onu çok seviyorum ve bu yüzden kaybetmekten korkuyorum”
bir illüzyondan
ibarettir. Çok
sevmek, kaybetmek korkusuyla birlikte yürümez. Hayatın onunla olduğun
zamanlarında,
onunla birlikte dolu dolu yaşamayı hissettirir. Hiçbir beklenti; “seni seviyorum ama sen neden benim istediğim
gibi davranmıyorsun?”
tavrı;
ego çatışması; birbirinin yaşamına
müdahale
hali ve en önemlisi
sahiplenme yoktur. İki yol arkadaşı birlikte yürüyordur ve öyle mutludur ki o anda zaten başka
“özel”
birisinin varlığına ihtiyaç duymazlar. Bir başkasıyla
olmama sebepleri, hayatlarında sevgilisinin zaten olduğu
ve ona karşı
sorumlulukları
bulunduğu için değildir. Kişi
öncelikle
kendisiyle olmaktan, sonra da o yol arkadaşıyla yaşamı paylaşmaktan o kadar mutludur ki, bir başkasının
“özel”
olması
ihtiyacı
içinde
değildir. Birliktelik, zorlamalarla değil;
seçimlerle
birlikte yürür.
Böylesi
ilişki de ancak kendisiyle mutlu olmayı başarabilenlere
nasip olur.
Karşımızdaki Hiç Hata Yapmaz mı?
Sen hiç hata yapmaz mısın, hanımkız? Karşındaki yıllardır beklediğin
kişi olabilir ve sonuçta o da bir insandır. “Hata” olarak nitelendirilen, ama esasında
senin doğrularına ters gelen davranışları
olabilir. Hatta o bunun farkında olmayadabilir; çünkü onun doğrularına
göre
de yaptığı onun doğalıdır.
Hadi gel kavramsal tartışmalara
girmeden sana bir mükemmelik
yüzdesi
vereyim ben de rahat et hayatın boyunca: Mükemmellik %100 değildir,
%80’dir.
Her insana %20 esneme pay bırak. Bir insan ilk başlarda
sana %100 mükemmel
gelebilir, ama eninde sonunda bir “hata” yapacaktır ve sen o insana esneme payı
bırakmamışsan, derin hayalkırıklığı içinde o insanla ilişkini
zedeleyeceksindir. Hatta daha da keskin davranıp, ilişkiyi
kesmeye yelteneceksindir. Bir iki üç derken, gelirsin bir yaşa
bakmışsın
ki çevrende
kimse kalmamış.
Keza aynı
oranı
kendine de ver. Kendin de %100 olamazsın hiçbir zaman. %80 iyi bir orandır.
Sana büyük
gelişme şansı tanır; kafanı gözünü çarptığında, bir de kendini dövmeye başlamazsın
“ben
bunu nasıl
yaptım?”
diyerekten. Hele ki ikili ilişkilerde ise böyle bir esneklik candır. Ayrıca bunun üstüne karşındaki
insanın
sana batan davranışlarını
inceleyip, kendi içindeki
tepkileri gözlemleme
şansın
olursa ruhsal olarak da çok gelişirsin.
Çünkü
karşımızdaki
insanda kızdığımız
ne varsa aslında
bizden kaynaklanır.
Karşınızdaki,
o hareketinizle nerenizdeki yaraya basıyor ki siz de canınız yandığı için ona kızgınlık hissediyorsunuz? “Yandaki masadaki kıza baktı, ben yanındayken bunu
nasıl yapar?” Peki sana bu cümleyi şöyle çevirsem: “O masadaki kız benden güzel mi de ona bakıyor. Off zaten güzel değilim. (Bir kademe derine) Güzel
değilsem, sevilemem. (Bir kademe daha) Ben sevilemem.
(Daha da derine) Ben sevilmeye layık değilim.”
Ve biliyor musun ruhlar birbirlerinin hayatına girerken birbirlerini de çok
geliştirme sözü verirler içsel olarak. Seni kendini sevmezliğinle
yüzleştirecek
bir ruh hayatına
mutlaka girer ve bunu da seni en kızdıracak biçimde yapar ki sen duruma ayıl da kendi içindeki
yarayla karşılaş
diye. Yarayı
tespit ettiğin anda onu şifalandırma
sürecini
de başlatabilirsin çünkü ve eğer bunu yapabilirsen, enerjin değişecektir
ve karşındaki
kişi ya yanında kimselere bakmaz olacaktır;
ya baksa bile sen buna cidden güleceksindir ya da artık sana verebileceği
bir şey kalmadığı için hayatından çıkacaktır ve yerine başkası
gelecektir. Olasılıklar
sınırsızdır
evrende ve herşeyin temelinde keyifli bir yaşam
deneyimi sürmek
vardır.
Aşk
Sonsuza Kadar Sürmez mi Yahu?
“Ne kadar gıcıksın ya, Hasan. Ülen yıllardır bekle
bekle bir hal olduk da birisi çıksın gelsin diye, şimdi
gelmiş o kişi sen bana neler anlatıyorsun. Desene yahu şöyle elele dizdize birlikte yaşlanırsınız,
ömür
boyu ayrılmazsınız,
onun gözü
benden başkasını görmez, ömrünün sonuna kadar aynı aşkla bakar, sonsuza kadar birlikte yaşarsınız
diye. Gelmiş bize vık vık diziyorsun lafları…” diye saydırıyorsunuz da ben de burada “Twilight”
yazmıyorum
hani. “Sonsuza
kadar aşk” vampirseniz oluyor da işte
aynı adamları gerçek yaşamda görüyoruz. Kristen Stewart ve Robert Pattison ne kadar
mutlu bir çift
sorgulanır.
Ayrıca
evet aşk sonsuza kadar sürer mi? Sürer; ama konu ilişkilere
geldiğinde, işte
orası şenlikli
bir bölgedir.
Dünyanın
en iyi iki insanı
olsanız bile ilişkiniz olağanüstü
olmayabilir, hatta yürümeyebilir.
Ama tam tersi fıstık
gibi yürüyebilir
de. Bu sizin vereceğiniz emeğe
bağlıdır. Tıpkı çiçek yetiştirmek
gibidir bu. Çiçekçiden
ilk geldiğinde çiçek çok güzeldir de kendi haline bırakırsanız solar gider; ama sizin çiçeklere olan aşkınız
hep sizinle birlikte varolur. “Emek” deyince de yanlış
anlaşılmasın.
Kadınlar
ilişkide “emek” sözcüğünü “benim istediğimi
yaparsan, bana ilgi gösterirsen
bu ilişki güzelleşir be adam” şeklinde kendilerine yontmaya çok muktedir davranırlar
veya sürekli aşırı
verici olarak adamı
boğarlar. Nefes almak vermek gibidir bu: Ne kadar alırsan
o kadar vereceksin; ne kadar verirsen o kadar da alacaksın.
Bu dengeyi bozduğun anda şişmeye
veya yorulmaya başlarsın. Ayrıca kendi içsel bütünlüğünü yaşayan insanların ilişkisinde “özel” bir çabaya gerek yoktur, bu “emek” kendiliğinden
gerçekleşir.
Siz evinizdeki çiçekleri
görev
icabımı
sularsınız,
yoksa onlar zaten sizin yaşamınızın bir parçası oldukları için mi? İlişkilerde
böyledir
işte,
eğer
karşılıklı
akış
varsa büyür
ve gelişir; tek taraflıysa bir süre sonra diğer
tarafı şişirir
ve patlatır.
Bu dengeyi kuramazsanız
birbirinize teşekkür eder ve yolunuza devam edebilirsiniz ama
kurabilirseniz; sonsuz aşkınıza, harika bir de ilişki
ekler ve birlikte keyifli bir yaşam
yolculuğu sürebilirsiniz. İşin
temel denklemi bu kadar basit!
(İlk Yayın: Cosmopolitan)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder